Ben!

Ben, 4,5 milyar yaşındaki koca dünyanın yalnızca 200-300 bin yıllık dönemine denk gelmiş ve daha ne kadar var olacağı belli olmayan homo sapiens.

Daha dün gibi hatırlıyorum. MÖ 9.500 – 12.500 civarı bir zaman aralığındaydı, yer Mezopotamya civarları.  Bulduğumu avlayıp yerken nerde akşam orda sabah misali göçe göçe yaşarken birden o zamanlar canlı olduğunu bilmediğim bitkiyi evcilleştirmeyi keşfettim. Buğdayı ektim biçtim tohumunu aldım ve hasat ettiğim buğdayı da kışa saklayıp aynı yerde kışı geçirdim. Artık vırt zırt göç etmeme ne gerek vardı ki! Otur oturduğun yerde diyordu doğa ana, yediğin önünde yemediğin ardında.

Doğa ana dediysem hakikaten doğa anaydı haa! Aç kaldım doyuruyor, susuz kaldım içiriyor, üşüdüm ısıtıyor, sıcakladım serinletiyor, hastalandım şifa veriyor, öldüm toprağa dönüştürüp tekrar doğuruyor. Daha ne yapsın? Benden istediği de sadece birazcık saygı. Ben de biraz korkudan biraz hayranlıktan gereğini yapıp gösterdim saygımı. 5-6 bin yıl böyle sürdü gitti, ta ki bundan 3-4 bin yıl öncesine kadar. Bu dönemde ben aslında doğada bulunan diğer milyarlarca çeşit canlıdan birisi idim ve doğa ile aramdaki ilişkiyi düzenleyen aramızdan çıkma şamanlar vardı. Doğa mı onlara bu yetkiyi veriyordu yoksa kendileri mi “ Hak verilmez alınır” diyerek alıyorlardı bilmiyorum ama bu 3-4 bin yıl öncesinden itibaren tanrıyı tekleştirdim ve evcilleştirdiğim buğdayı mısırı domatesi hıyarı aslında benim için yaratılmışlar diye düşünmeye başladım.

İşte bundan sonra doğa ile tüm ilişkim değişti. Artık güçlüydüm. Ateşe suya dağa taşa toprağa hayvana ve bitkiye hükmediyor, üç günlük ömrümde milyarlarca yıl yaşamış koca dünyanın diğer canlılarının sahibi olduğumu iyiden iyiye sanmaya başlamıştım. İşte bir yandan kendim dışında her şeye hükmetmek için doğa ile savaşa başlarken bir yandan da kendi içimde doğum sancıları yaşamaya başladım. Bir ben vardır benden içeri misali böldüm kendimden bir parçayı verdim dışarıya ve “ruhban sınıfı” çıktı içimden. Sınıf dediysem öyle gelip geçici de değilmiş! Çıkış o çıkış halen sınıflı sınıflı yaşayıp gidiyoruz. Sonra firavunlar çıktı bu sınıfların içinden ve ne yalan söyleyeyim o gün bu gündür firavunlar için piramit yapmaya devam ediyorum. Neyse ki bu dünyada çektiğim çile kadar öte yanda rahat edeceğim de yazık firavunlar yanacaklar ateşte öte yakada. Sınıflar olur da sınırlar olmaz mı!! Çizdim sınırları hemen dikenli tellerle bezeyerek elimin uzandığı her yere. Elini benim telime uzatana vurdum baltayı kestim elini. O kadar uğraşmışım firavunum rahat etsin diye, yedirir miyim sınır ötesindeki “ben”e.

Hep te firavunlara çalışmadım hani, arada düşündüm, yazdım, çizdim, çığırdım, felsefesini de yaptım, heykelini de. Keyfimi de derdimi de meramımı da anlattım ara ara. Anlattım anlatmasına ama çok gürültü olunca bir ben duyduysa bin ben duymadı, onlar da gitti gidiyor araya.

Daha taştan tekerlek yaptığımı dün gibi hatırlıyorken bindim dört tekerin üstüne geçtim aslanı kaplanı atı. Evimin bacası neyse de koca koca piramitler yapıp bacalarından siyah dumanlar çıkmaya başlayınca benim önümde gayrı hiç kimse duramaz dedim. Elimdeki oku yayı bırakıp yapıp çattım tüfengimi gittim dolaştım dünyayı, karaymış beyazmış hiç dinlemeden ne kadar benden olmayan ben bulduysam dizdim ipe köle ettim kendime.

Yerin kilometre altına da indim, havanın kilometre üstüne de çıktım. Bir aşağı bir yukarı derken aşağıdan kömür petrol çıkarıp doldurup tenekelere uçtum taaa en yukarılara. Şimdilerde uzaktan bir ses “Aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor” diye kulağıma fısıldıyor. Aman neyse ne! bozmayayım şimdi moralimi.

Süründüm emekledim yürüdüm koştum derken son 200 yıldır öyle uçup kaçmaya başladım ki aşağı mı çakılıyorum yukarı mı çıkıyorum ben bile anlayamıyorum. Bazen endişeleniyorum koca dünya benim yükümü çekemeyecek diye ama azıcık düşününce beni sırtından atar yine kendine gelir diyorum.

Ah bu firavunlar yok mu firavunlar, herkes benim firavunum daha iyi yaşasın, daha çok toprak sahibi olsun, daha çok “ben” e hükmetsin diye diğer benlerle savaşıp duruyor. Firavunlar yalan dünya diyorlar ama koca dünya mı yalan, yoksa firavunun kurduğu düzen mi yalan emin değilim.

Havadaki karbonu artırıp topraktaki canlılığı azaltıyorum, sudaki oksijeni azaltıp plastiği artırıyorum, yağmur ormanlarını azaltıp çölleri artırıyorum, bana sunulduğunu sandığım koca dünyanın varlıklarını kendime kaynak edip azaltıp firavunların servetini artırıyorum. Koca dünyada doğa ana ile savaşıyorum savaşmasına ama galiba gidişatı değiştirmezsem aslında çoktan kaybettiğim bu savaşın sonunda dünyanın beni affetme şansını da kaybedeceğim.

Dünyanın bütün benleri birleşsek, ben değil “biz” olsak ta şu firavunları ve soytarılarını bir alt etsek, doğa ana ile savaşı da sonlandırırız ve yeniden istediği saygıyı gösteririz.

O da şefkatli kollarına alır bizi belki yeniden.

Çünkü biz o kadar kötü değiliz aslında!

Köksal ŞAHİN

Haziran – 2022

KÜLLERİMİZDEN DOĞMAK

Sert ve yalın gerçeklerle karşı karşıya olduğunuz dönemlerde detayların bir önemi kalmaz. Amacınız ortada duran sorunu çözmekse ya bunu yaparsınız ya da kaçarsınız. 6 Şubat depremlerinden beri yaşanan süreç bize bunu tüm çıplaklığı ile öğretti. Çözüm bekleyen sorunlar yumağı, yüzleşmek isteyen her kişi ve kurumla karşı karşıya geldi.

Depremin 7. gününden itibaren 15 gün boyunca Samandağ ve Defne’de bulundum. Bir yandan hasar tespit çalışmalarının yürütülmesinde çalışırken diğer yandan halkın karşı karşıya olduğu yakıcı sorunlara olabildiğince merhem olabilmek için bölgede çalışma yürüten kurum kuruluş topluluk ve insiyatiflerle temas ederek elimden ne gelirse yapmaya çalıştım.

Bölgede çalışma yürüten herkes çokça bahsettiği için yaşanan kelimelerle tarif edilemeyecek olan trajediden bahsetmeyeceğim. Ama şu DEVLET meselesine değinmek gerekir sanırım. Depremin ilk gününden itibaren resmi ideolojinin “öteki”lerinin yaşadığı bölgeler başta olmak üzere her yerden “DEVLET nerde?” feryatları yükselmeye başladı. Bizler kendi şehirlerimizde iletişim kanallarımız üzerinden bu feryatları duydukça 1. gün 2. gün 3. gün….. derken o kadar da olmaz artık nasıl bu zamana kadar DEVLET olmaz demeye başladık. Halbuki işçi memur öğrenci kim en ufak bir hak arama talebi için ağzını açsa birinci kelimesi bitmeden DEVLET kendini tanıtıyordu. Nitekim 26 Şubat’ta İstanbul’da Kızılay’ın yaptığı rezaleti protesto etmek isteyenlerin karşısına bölgede bir arada görmeye alışkın olmadığımız kadar polis yığını ile DEVLET kendini gösterdi. Zaten konuşmaya da gerek yok, sabah tweet atsanız gecesinde kapınızda beliriyor DEVLET. Hadi orada da karşılaşmadınız diyelim, sistemin bankalarına kurumlarına kuruş borcunuz olsun yine hiç gecikmeden çıkıyor karşınıza DEVLET. Çünkü ilk ikisinde güvenliğimizi sağlamak, üçüncüsünde de bize hizmet etmek üzere vergi toplamak için karşımıza çıkıyordu.

Oysa depremin 7. günü Samandağ’a indiğimde bırakın DEVLET’i, “D” harfi bile yoktu ortalıkta. Defne’ye gittim orada da yoktu, Antakya’ya gittim orada devasa firmaların yıkılan binalarını alelacele toplamakla uğraşıyordu. Halkın ve bölgede çalışma yürüten gönüllülerin tüm çabalarına rağmen ancak 14. gün ekskavatörleri ile beton yığınlarını ortadan kaldırmak için gözüktü. Oysa acil yıkılması gereken yollara 45 derece açıyla bakan o kadar çok pamuk ipliğine bağlı bina vardı ki. Bugün depremin 23. günü olmasına rağmen halktan doğrudan ve dolaylı yüzlerce çeşit vergi alan DEVLET birçok vatandaşına bir çadır dahi veremedi henüz. “Öteki”lerin yaşadığı ilçede, gönüllü kuruluşlar ve şahıslar aracılığı ile ulaştırılan çadırlarla, evleri başlarına yıkılan insanların hayatta kalması sağlanmaya çalışılıyor. 18. günden itibaren ilçenin merkezinde göçmen kampı gibi çadır kentler kurmaya başlandı. Her şeyi merkezileştirip kolay kontrol edilebilir, kolay yönlendirilebilir yapmak uğruna insanları yaşam alanlarından koparıp, özne olmaktan çıkarıp istediği şekilde yönlendireceği alanlar üretilmeye başlandı. Oysa Samandağ halkı ağırlıklı olarak kırsalda yaşıyor ve evinde yaşayamasa da işlediği toprağı ile hayvanları evinden uzaklaşmasını engellemeye yetiyordu. Doğarken borçlu doğan insanlar, başlarına gelen bu yıkımdan sonra sadece bahçelerine bir çadır istediler, o da çok görüldü.

Halkına bazı STK’lar aracılığı ile çadır satan DEVLET ortalıkta yokken gönülden yürütülen gönüllü çalışmalar, halkın yaralarını kısa vadede çözerek başarılı süreçler yürütüyor. Ancak eksiklerimizi görebilmek adına bizim, bu karanlıktan çıkış yolu bulabilmemiz için çuvaldızı kendimize batırmamız gerekiyor. Türkiye sol sosyalist hareketi ile emek ve demokrasi güçleri on yılların mücadele sürecinde çok badireler atlattı. Her türlü olumsuzluğun yağmanın, talanın, haksızlığın, hukuksuzluğun karşısında durdu. Zaman zaman da başarılı alternatif örnekler ortaya çıkardı. DEVLET’in olmadığı alanlarda hem dayanışmada, hem de malzemelerin insanlara ulaştırılmasında son derece başarılı ve adaletli çalışmalar yürütülüyor sahada. Gezi’de bizimle bütünleşen dayanışma ruhu, enkaz aralarında dolaşarak halkın gündelik acil dertlerine derman oluyor. Fakat biz sadece bundan ibaret değiliz. Mesleki, siyasal, tarihsel ve kültürel birikimimiz çok daha uzun vadeli sağlıklı ve halkın yüzünü güldürecek çözümler üretme potansiyeli taşıyor. Yaşanan sorunlara bütüncül yaklaşabilirsek çözümlerini de bütüncül olarak bulabiliriz. Kısa orta ve uzun vadeli planlamaları doğru yapıp hayata geçirebilirsek yeni bir yaşamın inşa sürecini de hayata geçirebiliriz. Hem kendimize, hem de halka ne vadettiğimizi de en yalın hali ile karşımızda duran sorun üzerinden yeniyi yaratarak gösterebiliriz.

TMMOB, TTB ve Barolar Birliği başta olmak üzere bölgede çalışan meslek kuruluşları buna öncülük edebilir. Siyasi partiler, çevreler ve demokratik kamuoyu birlikte hareket ederek yerel dinamiklerle birlikte bu yeniden inşa sürecini örebilirler. Bizim, kısa ve orta ve uzun vadeli planlama yapabilecek onlarca meslek disiplinini biraraya getirebileceğimiz bir organizasyon yeteneğimiz, tartışma ve karar alma süreçlerine konunun öznesi bölge halkına yer verecek bir katılımcı demokrasi kültürümüz, bütüncül planlama yapabilecek mesleki teknik birikimimiz ve bütün bunları harmanlayıp yeni bir yaşam kurabilecek siyasal birikimle örgütlenme becerimiz ve mücadele geleneğimiz var.

Yol haritası olarak da meslek odaları öncülüğünde mesleki ve teknik bir kadronun ilkesel olarak belirleyeceği kriterlerin ardından, bu kriterlere bütün bölgelerde uymak koşulu ile bölge halkı, meslek odaları temsilcileri, demokratik kitle örgütleri temsilcileri, yerel yönetim temsilcileri ve kentin  bütün bileşenlerinin yer aldığı meclisler, kurullar ya da konseyler oluşturulabilir. Demokratik karar alma süreçlerinin işletileceği meclislerden sermayenin değil halkın çıkarlarını ön planda tutan bir kent inşasından başlayarak yeni bir yaşamın inşası sağlıklı olarak örülebilir.

Öncelikle başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere halkın dayanışma ile yan yana duracağı alan düzenlemelerine ihtiyacı var. Bu zeminler aynı zamanda önümüzdeki demokratik sürecin işletilebileceği mekanizmalar da üretecektir. İşlemeye başladığında müdahaleye açık olacak bu alanlar, ancak omuz omuza yan yana durabilirsek ayakta kalabilir.

Bölgenin tamamında bunları yapabilecek gücümüzün olduğu gibi bir ütopik düşünceye sahip değilim elbette. Ancak bunu rahatlıkla yapabileceğimiz il ve ilçe ve mahalleler var. Bir çocuğun yüzünde gülümseme olacak küçücük bir etkinlikten koca koca şehirleri mimari kültürel sosyolojik yönlerini de dikkate alarak yeni bir yaşam için inşa etmeye kadar her şeyi yapacak gücümüz var.

Artık hayıflanmayı bırakıp harekete geçmeliyiz. Alternatifini yaratmadığımız hiçbir itirazımızın anlamı yok. Eğer gerçekten yeniyi kuracak irademiz varsa birikimimiz, örgütlülüğümüz ve yeteneğimiz de var ve bunu yapabileceğimiz daha uygun bir zemin ve daha uygun bir zaman olmayacak.

Artık iki alternatifimiz var; ya biz elimizden geleni yaptık deyip kendi kuytularımıza çekileceğiz ve bölge halkını kendi kaderine terk edeceğiz, ya da bütün dağınıklığımıza, eksikliğimize ve örgütsüzlüğümüze rağmen küllerimizden yeniden doğarak akılla bilimle sevgiyle ve dayanışmayla yeni bir yaşamı kuracağız.

Tercih bizim…

Köksal ŞAHİN

28.02.2023

HASAR TESPİT NEDİR? NE YAPMALI?

Deprem sonrası en çok bilgi kirliliğinin olduğu, kamuoyunda en çok merak edilen ve tartışılan konulardan birisi hasar tespit konusu. Örgütüm TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yapılan görevlendirme ile 13 Şubat – 26 Şubat tarihleri arasında Hatay Samandağ ilçesinde birlikte gittiğimiz yaklaşık 100 inşaat mühendisi arkadaşımızla birlikte hasar tespit çalışmaları yaptık. Hasar tespit çalışmalarının teknik açıklaması ile saha çalışmaları sürecinde yaşananlarla birlikte sonrasında yapılması gerekenler konusunda görüşlerimi de paylaşmak istiyorum.

Öncelikle belirtmek gerekir ki yapının deprem dayanım incelemesi ya da diğer adıyla performans analizi ile hasar tespit çalışması birbirinden tamamen farklı şeyler.

Deprem dayanım incelemesi (performans analizi) nedir?

Performans analizi ile yapının 1998 de yayınlanan ve en son 2018 yılında revize olan deprem yönetmeliğinde belirtilmiş esaslar çerçevesinde olası deprem yüklerine göre mevcut durumda bütün yapısal elemanların alacakları hasar belirlenir. Yani teknik olmayan dille ifade edersek mevcut binanın verilerinin toplanarak deprem olmuş gibi analiz edilmesi ve deprem karşısındaki davranışının belirlenmesi diyebiliriz.

Performans analizi yapabilmek için öncelikle yapının projesinin temini ve yerinde kontrolünün sağlanması, projesi yoksa da mevcut durum rölevesinin alınması ve yapısal projesinin çizilmesi gerekir. Ardından zemin değerlerinin ve temel tipinin belirlenmesi gerekir. Beton dayanım değerinin ve mevcut beton sınıfının belirlenmesi için yeter miktar ve dağılımda karot ile beton numunesi alınması gerekir. Çeşitli yöntemlerle donatı(demir) durumunun belirlenmesinin ardından sahadaki veriler toplanması tamamlanır. Bu arada mevcut yapıda herhangi bir nedenle oluşmuş bir hasar varsa hasarlar da proje üzerine işlenir.

Elde edilen verilerle bilgisayarda bina yeni yapılıyormuş gibi modellenir ve performans analizi sonuçlanmış olur. Sonuçlara göre yapı elemanlarının ve bütün olarak binanın deprem karşısındaki performansı, yani deprem dayanım durumu belirlenir.

Kısaca sonuçlara göre bina performans düzeyleri de şöyle ;

  • Minimum hasar bölgesi

Yapısal elemanlarda hasar oluşmaz, yapısal olmayan elemanlarda oluşacak hasarların dayanıma ve performansa etkisi yoktur.

  • Belirgin hasar bölgesi

Deprem sonrasında eleman bazında taşıma kapasitesinde bir miktar azalma olup onarımı yapılacak kadar az hasar oluşması durumudur.

  • İleri hasar bölgesi

Yapısal elemanların hasarları ileri düzeyde olup yapının göçme veya yıkılma riski olmamakla beraber elemanların güçlendirilmesi gerekmektedir.

  • Göçme bölgesi

Bir yapı elemanı ya da yapının bir bölümü taşıma kapasitesini aşmış ve görevini yapamamaktadır. Yapı göçme sınırını aştığı için deprem etkisi altında ayakta kalamamaktadır.

Burada sıralanan ilk üç hasar bölgesi kontrollü hasar bölgesi olarak tanımlanır ve ekonomik olarak fizibil olduğu takdirde güçlendirme ya da onarım ile kullanılmaya devam edilebilir. Göçme bölgesini geçen yapılar da ekonomik olarak fizibil olduğu taktirde güçlendirilir ( çoğunlukla yaklaşım olarak yapının yeni yapım maliyetinin %60 ı üst sınırında) ya da yıkım kararı verilir.

Hasar tespit çalışması nedir? Nasıl yapılır?

Hasar tespit çalışması, afet ya da başka bir dış etken sonucunda yapıda o etken dolayısı ile oluşmuş hasarların belirlenmesi ve sınıflandırılması yöntemidir. Yapının olası yeni deprem davranışı ve dayanımı hakkında sonuç vermemekle birlikte deprem ya da incelediğimiz etken dışında önceden oluşmuş başkaca kusurları tespit etmez.

Depremden hemen sonra ve yapı stoğunun genel durumunun tespit edilmesi, detaylı incelenmesi gereken binaların ön tespiti için yapılır.

 Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve odamız tarafından aynı temelde yapılan katagorik düzenlemeye göre bina hızlıca yapılan tespitlerde 4 ayrı sınıfa ayrılıyor.

  • Hasarsız yapı

Yapının taşıyıcı sisteminde herhangi bir hasar yok

  • Az hasarlı yapı

Kaç tane olursa olsun 0,5mm den küçük çatlakların olduğu ya da 3 taneye kadar 0,5mm ile 3mm arasında yapısal çatlakların olduğu yapılar.

  • Ağır hasarlı yapılar

En az 2 adet yapısal elemanda 3mm den büyük çatlak olan veya en az iki adet yapısal elemanda kabuk atması (demirin üstünde  kalan beton parçasının kopması) veya bir elemanda kabuk atmasına ilave olarak donatı burkulması (demirin eğilmesi, bükülmesi) oluşması durumunda ağır hasarlı yapı sınıfına girer.

  • Orta hasarlı yapı

Hasarlı olup ta bu iki durum dışında kalan tüm yapılar orta hasarlı yapı sınıfına girer.

  • Acil yıkılacak yapı

Çok sayıda yapısal elemanında kapasite kaybı oluşmuş, bina olarak ya da eleman bazında kalıcı yer değiştirme yapmış, dış görünüş itibari ile güçlendirme ile eski haline getirilemeyeceği belli olan ve tehlike arz eden yapılar.

Söz konusu hasar tespit çalışması bir ön hasar tespiti niteliğinde olup bu aşamada oluşan sınıflandırmaya bağlı olarak bina bazında detaylı incelemelerin yapılması gerekmektedir.

Bazılarınız için sıkıcı olabilecek bu teknik tanımlamaların ardından sahada bu teknik çalışmaların nasıl ve hangi koşullarda gerçekleştiği, sürecin nasıl işlediğinden bahsetmek istiyorum.

ÇŞB ve Odamızın kabullerinin ortak olması ve bu kabullerin aynı uzman tarafından (Prof Dr Alper İLKİ / İTÜ) tanımlanması başlangıç noktasında saha çalışmalarının ortak yürütülmesi açısından olumlu etki yaptı.

Depremin ikinci gününden itibaren oda bakanlığa hasar tespit çalışmaları için saha organizasyonunu üstlenebileceğini, bunun için yetki istediğini yazılı ve sözlü olarak bildirdi. Ancak bakanlık buna yanıt vermek yerine çeşitli kamu kuruluşlarındaki inşaat mühendislerini bölgeye göndererek kısa sürede hasar tespit çalışmalarını tamamlayacağını düşünmüş olmalı ki odaya olumlu bir geri dönüş yapmadı. Oda ve üyeler tarafından oluşturulan kamuoyu baskısının sonucu 11 Şubatta olumlu geri dönüş alındı ve önce Hatay ve Malatya ya, ardından diğer illere daha önce hasar tespit eğitimi almış toplamda 2029 inşaat mühendisi 15 gün içerisinde parça parça gönderildi. Koordinasyonunda görev aldığım ekip 13 Şubat tarihinden itibaren Hatay afet koordinasyonunun bölge tanımlamasının ardından göreve başladı. Bakanlığın telefonlara yüklenen uygulamasına sahadaki mühendislerin veri girdiği, girilen verilerin sisteme yüklenmesi ile e- devlete işlendiği sistemde kontrol tamamen bakanlıkta verileri işleyen ve görev dağıtımını yapan birimde idi.

Sahaya ilk çıktığımızda ve Samandağ halkı ile ilk karşılaştığımızda evlerinin kontrol edilmesi, kontrol eden mühendislerin istedikleri bilgiyi kendilerine anlatması ve depremin üzerinden geçen 8 gün sonunda çoğunlukla karşılarında ilk defa muhatap bulmalarından kaynaklı saygı, sevgi ve dayanışma çerçevesinde çok güzel etkileşimler yaşandı. Mesleki teknik bilgilerin paylaşılmasının yanı sıra vatandaşların ulaşamadığı olanaklara ulaşımı konusunda da sahadaki mühendis arkadaşlarımız son derece özverili ve yararlı çalışmalar yaptılar. Çadırdan bebek mamasına, yiyecekten kıyafete kadar ihtiyaçlar ulaşılan gönüllü kuruluşlar ve diğer olanaklar üzerinden olabildiğince ulaştırılmaya çalışıldı. Hiçbir olanağa ulaşılamasa dahi samimiyet ve sevgi ile yaklaştığımız insanlar onca acının içerisinde bize ellerinden ne geliyorsa yardımcı olmak için çabaladılar.

Bizler gösteri yapmak için sakal bırakanlar gibi samimiyetsiz değil, insanların karşısına en temiz en güler yüzlü halimizle çıkmaya çalıştık. Biliyoruz ki insanlar bizim gözlerimizde ve yüzümüzde kendi umutlarını arıyorlar. Biz de onlara o umudu verebilmek için doğru bir duruşla doğru iletişim kurmaya çalıştık saha çalışmamız boyunca.

Fakat sahada teknik çalışmalar devam ederken birkaç gün sonra sırasıyla alınan bütün siyasi kararlar çalışmaları kademe kademe baltaladı. Önce bakan tarafından “hasar tespit çalışmaları bir hafta içerisinde bitirilecek ve ay sonunda güçlendirmelere başlayacağız” gibi akla bilime ve sahada yapılan işin prosesine tamamen aykırı bir açıklama geldi. Bu açıklamanın ardından vatandaşlar ile mühendisler arasındaki ilk kırılma yaşandı. Çünkü yetkili ağızlar başka bir şey söylüyordu mühendisler başka bir şey.

Veriler sisteme yüklendikçe vatandaşların e-devletlerinde de hasar durumları gözükmeye başladı. Gelen mühendisin sözlü olarak eviniz az hasarlı dedikleri bir binanın e devlette vatandaş tarafından ağır hasarlı ya da acil yıkılacak bina olarak gözükmesi ikinci kırılmayı yarattı. Hatay’da kullanmakta olduğumuz bakanlığa ait programda haritaya işli numaratajlar (kapı numaraları)  ile Hatay büyükşehir belediyesi tarafından yeni verilen ve e-devlete işlenmiş numaratajlar birbirinden farklı idi. Dolayısı ile birçok kişinin e-devletine kendi evi değil komşusunun evinin durumu düşmekte idi. Her ne kadar temaslarımızda durumu açıklamaya çalışsak ta vatandaş ile mühendis arasında yeni bir kırılmaya yol açmıştı bu durum.

Siz ne kadar prosedürü uygulasanız da siyasiler ya da onlara bağlı çalışan bürokratlar kararlarını teknik değil siyasi gerekçelerle alırlarsa yaptığınız çalışmaları çöpe atmanıza sebep olurlar. Müdahaleler bununla bitmedi. Bakanlık bir broşür yayınladı ve bu broşürde bize tanımlanmış olan hasar tespitindeki sınıflandırmalardan farklı bir sınıflandırma tanımlandı. Bizim halka ağır hasar verilmiş binanın yıkım kararı verilmiş anlamına gelmediğini günlerdir anlatmaya çalışırken broşürde ağır hasarlı binaların yıkılacağından bahsediliyordu. Ne kadar anlatsak da güvenilirliğimiz git gide azalırken bu çelişkilerden dolayı da halk halkı olarak verdiğimiz teknik bilgileri daha fazla sorgulamaya başlamıştı.

Bizler ağır hasarlı bina sınıflandırmasının yıkılacak anlamına gelmediğini istediğimiz kadar anlatalım, fısıltı gazetesi ile ilçede bu yapıların derhal yıkılacağı haberleri yayılmaya başladı. İlçenin demografik yapısı ve deprem başlangıcından beri devletin tutumu da göz önüne alındığında insanlar toplu olarak başka bir yere göç ettirileceklerini düşünmeye başladılar.

Müdahaleler durmuyor, yetkililer akıllarına geldikçe günübirlik kararlar almaya devam ediyorlardı. Açıklanan bir kararla az orta ve ağır hasarlı ev sahiplerine hasar durumlarına göre farklı meblağlarda ödeme yapılacağı kararı müjdelendi. Bu durumun doğal sonucu olarak ta bazı insanlar hasar durumunun değiştirilmesi durumunda daha fazla para alacaklarını düşündükleri için bir kez daha mühendislerle halk karşı karşıya gelmiş oldu.

20 Şubat tarihinde akşam meydana gelen 6,4 ve 5,8 büyüklüğündeki iki deprem Samandağ ve Defne ilçelerinde özellikle mevcut hasarlı yapılarda yeniden hasarlara hatta yıkımlara yol açtı. Sabah ilk iş olarak bakanlık yetkililerine nasıl bir yol izleyeceğimizi sorduk. Sahadaki çalışmaların aynı şekilde devam edeceği, incelemesi tamamlanmış yapılarla ilgili sonra karar verileceği söylendi. Bu ve benzeri durumlarda karar alma süreçlerine bizlerin dahil edilmemesi elbette doğru demokratik bir şekilde karar alma süreçleri işletilmediğinin göstergesidir.

22 Şubatta sahaya çıkarken gece kimler tarafından alındığını bilmediğimiz acayip bir karardan haberimiz yoktu. Sahada karşılaştığımız vatandaşlar, e-devletlerinde aniden hasar durumunun ağır hasara çevrildiğini söylediler. O gün akşama kadar yetkili isimlerin tamamına defalarca sormamıza rağmen maalesef bize bu konuda bir bilgi verilmedi. Akşam üzeri yüz yüze görüşme fırsatı bulduğumuzda 21 Şubat gecesi “alınan” kararla Samandağ Defne ve Antakya’da tüm orta hasarlı yapıların sistem üzerinden ağır hasara çevrildiğini öğrendik. Bu kararı kimin aldığını ve hangi gerekçelerle alındığını sormamıza rağmen bize açıklama yapılmadı.

Sahada yapılan teknik çalışmalar siyasi günübirlik kararlarla baltalanmaya devam ediyordu. Bu kez vatandaşlar iyiden iyiye toptan bir yıkıma uğrayıp göçe zorlanacaklarını düşünüyor, zaman zaman da artık bize bu durumun aracısı gibi bakıyorlardı kaçınılmaz olarak.

Bizler Oda genel merkezimize durumu aktardık ve çalışmalar sonlanana kadar sahada devam edilmesi kararı bize bildirildi. Aynı gün bu kez cumhurbaşkanı konu hakkında konuştu ve güçlendirmeye inanmadığını, tüm hasarlı binaların yıkılıp yeniden yapılması gerektiğini söyledi. Bu saatten sonra film koptu artık, aşama aşama sahada yapılan teknik çalışmalarla ilgili siyasi tutarsız açıklama ve kararlar yaptığımız işi değersizleştirdiği gibi halkın güvenini de son derece zedeledi.

Son olarak biz mühendislerden ve halktan gelen tepkilerin artması ve işin içinden çıkılmaz hale gelmesiyle birlikte bakanın ağzından 28 Şubat tarihinde bu üç ilçede ve Kırıkhan’da hasar tespit çalışmalarının yeniden yapılacağı duyuruldu.

Bundan sonraki sürecin nasıl işleyeceğini hep beraber göreceğiz ancak önceliğin toplumun geniş kesimlerinin çıkarları olduğu, akıldan bilimden yana politikalar yürütülmeyeceği açık. Dolayısı ile demokratik kamuoyu ve bu kamuoyunun saygın kurum ve kişileri olarak bizlere düşen görev her durumda toplumun geniş kesimlerinin çıkarları doğrultusunda nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini her durumda söylemektir.

Sahada yapılan ya da daha doğru deyimle her şeye rağmen yapılmaya çalışılan çalışmalar tamamlandığında elde edeceğimiz veri sadece mevcut yapı stoğunun aldığı hasarların hızlı ön tespitidir. Proses olarak bundan sonra yapılması gereken ise bu hızlı ön tespit sonucu orta ve ağır hasar sınıfına alınmış binalarla ilgili daha kapsamlı, bütün yapısal elemanların incelenip ayrıntılı hasar durumunun belirlenmesi ve ardından gerekiyor ise binaların performans analizlerinin yapılmasıdır. Ardından gerek bina bazlı gerek bölgesel bazlı kararlar konunun muhatabı bütün kesimlerin karar alma sürecine dahil olduğu bir zeminde verilmelidir.

Yapılarla ilgili bu detaylı inceleme ve analiz çalışmasının maliyetine gelince; doğarken borçlu doğduğumuz bu topraklarda bu günler için hepimiz başta deprem vergileri olmak üzere yüzlerce çeşit doğrudan ve dolaylı vergi veriyoruz. Sosyal devlet anlayışı ile bu çalışmalar için gerçekleştirilecek bütün giderlerin devlet tarafından bedelsiz karşılanması gerekir.

Mesleki demokratik kamuoyu bundan sonraki işleyecek sürecin takipçisi olmalıdır. Atılacak her adım takip edilmeli, kentlerin tarihi kültürel sosyolojik ve teknik açıdan yeniden inşa edilmesi sürecinin tekçi ve merkezi bir anlayışla değil, kentin bütün unsurlarının dahil olduğu demokratik süreçlerden süzülerek oluşturulması konusunda ısrarcı olunmalıdır. Bunu toplumsal sorumluluğumuz gereği insani bir görevi olarak üstümüzde bir borç bilmeliyiz

Köksal ŞAHİN

01.03.2023